Bulunduğumuz coğrafi konum çok güzel olmasın rağmen her türlü riskleri barındıran bir yerdir. Öyle ki ülkemizin tüm geçmişine, hatta atalarımızın yerleşiminden önceki dönemlerine bakıldığında her tür olayların ve farklılıkların yaşandığı bir coğrafyada yer alıyoruz. Güzellikleri sayılmayacak kadar çok olmasına rağmen sıkıntıları da bu güzellikleri bazen yok edebiliyor.
Cumhuriyet dönemimizin en güzel bayramlarından biri olan ve en değerli varlıklarımız çocuklarımıza hediye edilen 23 Nisan Çocuk bayramı günü İstanbul ve çevresinde hissedilen ve hepimizde yine büyük travmalara neden olan deprem bu bölgede yaşayan insanların güven durumunda zedelenmeler yaratmış durumda. Özellikle Kocaeli bölgesinde yaşayan birçok insanın, hatta 6 Şubat depremlerinde Güneydoğu Anadolu da yaşayan tüm insanların da derinden hissettiği bu duygu tekrar travma yaratmaya devam ediyor.
Burada en çok yaşanan durum ise güven konusundaki zayıflıklarımız oluyor.
Güven konusuna kısaca bakarak bazı önlemleri almamızda yarar olması gerektiği düşüncesindeyim.
Güven, insanlar olarak sahip olduğumuz tüm etkileşimlerin kritik bir parçasıdır. Özellikle zor ve kritik dönemlerde ve hatta kriz anlarındaki iletişimde de önemli bir rol oynar.
Maalesef istatistikler, insanların birbirlerine 40 yıl öncesine göre daha az güvendiğini gösteriyor.
İstanbul’da yaşanan deprem sadece fiziki bir sarsıntı değil, duygusal ve nörolojik düzeyde de hepimizi etkileyen büyük bir travmadır. Deprem gibi beklenmedik doğal afetlerde, bireyin *psikolojik dayanıklılığı (resilience)*, süreci nasıl atlatacağı üzerinde belirleyici olur.
Bu tür doğal afetler ve Deprem anında ve sonrasında beynimiz ne yapar? Sorusuna cevap verirken eksik yaptıklarımızı da hatırlamakta yarar var.
Beynimizin “hayatta kalma merkezi, ani bir tehdit algıladığında devreye girer. Bu sistem, bizi korumak için hızlı bir şekilde *“savaş ya da kaç” tepkisi verir. Kalp atışı hızlanır, kaslar gerilir, sindirim durur, dikkat sadece tehdide odaklanır.
Deprem geçtikten sonra bile beynin alarm sistemi bir süre açık kalır. Bu, stres tepkileri gibi belirtilerle kendini gösterebilir:
- Sürekli tetikte olma hali, Ani irkilmeler, Uyku problemleri, Konsantrasyon güçlüğü, Bedensel ağrılar (gerilim kaynaklı) gibi normal tepkiler oluşur, ancak uzun sürerse müdahale gerekebilir.
İşte bu noktada oldukça aklıselim düşünce üretebilirsek bu travmaları azaltabiliriz.
Özellikle en çok etkilen ve yaşama karşı güven duygusunu yitiren Çocuklar ve Yaşlılar İçin Özel Dikkat gerekiyor.
Çocuklar, henüz tam gelişmemiş düşünce sistemleri nedeniyle soyutlama ve tehdit değerlendirmesinde zorlanır. Ebeveynlerin veya bakım verenlerin davranışları onlar için aynadır.
Burada o güven kaybı duygusunu tekrar kazanmak için kendimizi de bir anlamda desteklemememiz gerekir.
Çocuklarla açık ama yaşına uygun bir dille konuşun. Onlara “deprem bitti, güvendesin” gibi tekrar eden güvenli cümlelerle destek olun. Sarılma, el tutma, yanında kalma gibi fiziksel temas büyük güven verir. Çizim, oyun, hikâye anlatımı gibi yollarla duygularını dışavurmalarına izin verin.
Yaşlılar, yaşanan kayıplar ve geçmiş travmalar nedeniyle çok daha derin etkilenebilirler. Aynı zamanda yalnızlık hissi kaygıyı artırabilir.
Onlara bol bol fiziksel ve dijital temas kurun. “Seni anlıyorum”, “bu süreci birlikte aşacağız” gibi cümlelerle duygusal bağ kurun. İlaç kullanıyorlarsa bu süreçte ilaç düzenlemeleri daha dikkatli takip edilmelidir. Onlara güvenli rutinler yaratın (saatli çay zamanı, küçük yürüyüşler gibi).
Korkmak bir zayıflık değil, beynin sizi hayatta tutmak için yaptığı en insani görevdir.
Dayanıklılık ise duyguları bastırmak değil, onlarla birlikte ayakta kalabilme becerisidir.
Bu süreci farkındalıkla ve birbirimize destek olarak hatta güvenerek geçireceğiz.
Sağlıklı bir yaşam dileklerimle,
Sinan Bayraktar