1905 yılında doğmuş ve 92 yaşında hayata veda etmiş olan Avusturyalı ünlü nörolog ve psikolog Viktor Frankl, ın "İnsanın Anlam Arayışı" adlı eseriyle milyonlara ilham olduğunda, öğrencileri bu başarısının sırrını sorarlar.
"Başarıyı hedeflemeyin.” diye yanıt verir Frankl.
Ona göre, başarı ve mutluluk, yetenek ve değerlerimize sadık kaldığımızda kendiliğinden ortaya çıkar.
Çok dikkat çeken bir teşhisi de şudur.
“Başarıyı ve hedefleri takıntıya dönüştürdüğümüzde ise yaşamın özünü kaybederiz”
Bugünün şartları ve hızlı değişimler nedeniyle başarılı olma telaşı artık her günün odak noktasında yer alıyor.
“Bugün ne başardım?” sorusu “Bugün ne kadar değerliyim?” hatta “Bugün ben kimim?” sorusuna dönüşmüş durumda.
Bu noktada dikkat çeken de şu oluyor.
Sadece başarıya odaklanınca, içimizden gelen arzularla temasımız kesiliyor ve bir anlamda kendimize zorbalık yapmaya başlıyoruz.
Bazen de yapılacaklar listemiz ile özdeşleştikçe kim olduğumuzu unutuyoruz ve bir süre sonra karakter bozulmaları yaşayarak, sık sık “Ben ne istediğimi bilmiyorum” krizlerine giriyoruz. Çünkü ortada sadece performans kalıyor ve “ben” yok oluyor.
Öyle bir süreç yaşıyoruz ki,sosyal medyada gördüğümüz birkaç mucize başarı hikayesi, herkese eşit fırsat sunulduğu yanılgısını doğuruyor.
“İstediğin her şey olabilirsin!” diyen sistem aslında “istediğin şey olamadıysan bütün suç sendedir!” diye fısıldıyor ve sizi tahrik edebiliyor.
Başarı bireysel çabaya indirgendiğinde, başarısızlık da kişisel bir ahlaki eksiklik, tembellik, isteksizlik, arzusuzluk gibi algılanıyor.
Bu da insanı kendini acımasızca suçlamaya itiyor ve tam anlamıyla kişinin kendine uyguladığı bir çeşit duygusal şiddet haline gelebiliyor.
Sürekli başarısını sorgulayan kişi, dünyaya da böyle bakıyor. Kendini sürekli bir karşılaştırma içinde buluyor.
Herkes birbirinin değerini bir iki saniyelik değerlendirmeyle belirliyor.
Bu hızlı yargılama süreci de bizi yapmacıklık kültürünün içine atıyor. Statümüzü kaybetmemek ya da yükseltmek için sürekli
“-mış “gibi yapıyoruz.
Çalışıyormuş gibi, eğleniyormuş gibi, önemsiyormuş gibi, okuyormuş gibi, anlıyormuş gibi yapıyoruz.
Bence oynuyoruz ve kendimizi de kandırıyoruz.
Kendimizi bize anlam katmayan bir ölçüyle değerlendiriyoruz.
Kendimize şu soruları sorabiliriz.
- Değerlerime uygun bir şekilde yaşıyor muyum?
- Gün içinde çok fazla rol yapmak zorunda kalıyor muyum?
- Sevdiğim insanlarla bağ kurabiliyor muyum?
- Duygu ve düşüncelerimi özgürce ifade edebiliyor muyum?
- Yaşantımda anlam bulabiliyor muyum?
- İç huzurumu sağlayabiliyor muyum?
Bu tür sorular belki de hayatın bazen kendi kendine olmasına izin vermemiz gerektiğini belirler.
Belki de başarıyı, peşinden koştuğumuz bir kaçak değil, değerlerimizle ve yeteneklerimizle anlamın peşinde yürürken bize katılan sessiz bir yoldaş olarak düşünmeliyiz.
Düşünürken de başarı ve hedeflere ulaşmamız için aşırı hırslarımızı azaltmalı,olmayan bir erişim için yaşamımızı berbat etmemeliyiz.
Kalın sağlıcakla
Sinan Bayraktar