Kimi bitkiler gösterişli çiçekleriyle dikkat çeker, kimileri keskin kokusuyla akılda kalır. Ama bazıları vardır ki, toprağa sessizce tutunur, gözlerden uzak büyür, şifa olur da kimse bilmez.

İşte semizotu, o sessiz kahramanlardan biridir. Bahçede yabani ot sanılıp yolunur, pazarda “ıspanakla karıştırılmış” gibi geçiştirilir. Oysa bu mütevazı yeşillik, doğanın en kusursuz formüllerinden biridir.

Semizotunun yapraklarının içinde gizlenen mucize, öncelikle omega-3 yağ asitleridir. Genelde balıkla özdeşleşen bu yağlar, aslında semizotunun damarlarında sessizce dolaşır. Bitkisel kaynaklar içinde omega-3’ün en yoğun olduğu yeşilliktir. Bu da demektir ki, kalp sağlığını desteklerken, kanın akışkanlığını artırarak damar sertliğini önler. Kimi zaman bir tabak semizotu, bir avuç hapın yapamadığını yapar.

Ancak semizotu sadece omega-3 ile sınırlı kalmaz. İçeriğinde bulunan dopamin öncülleri ve noradrenalin benzeri alkaloidler, sinir sistemi üzerinde dengeleyici bir etki yaratır. Bu maddeler, modern dünyada adı “anksiyete” ve “stres” olan dertlere karşı doğanın sunduğu sakinleştirici yanıt gibidir. Bir avuç semizotu, bazen zihni susturur, kalbi hafifletir.

Semizotu aynı zamanda betaksantin ve betasianin adlı nadir pigmentleriyle antioksidan deposudur. Bu maddeler, hücre içi enerji üretimini optimize ederken, serbest radikalleri nötralize eder. Yani semizotu, sadece dışı yeşil değil, içi de enerji dolu bir savaşçıdır. Taze tüketildiğinde karaciğerin detoks kapasitesini artırır, vücudu ağır metallere karşı daha dirençli kılar.

Unutulmamalıdır ki, semizotu aynı zamanda müsilaj içeren nadir sebzelerdendir. Bu yumuşak jelimsi madde, bağırsakların zarını korur, sindirimi kolaylaştırır, mide yanmalarını dindirir. Özellikle reflü gibi modern çağın sindirim problemlerinde, pahalı ilaçlara karşı sessiz ama etkili bir alternatiftir. Semizotunu yoğurtla tüketmek, hem mideye hem zihne serinlik verir.

Bu bitkinin ilginç bir özelliği de gece ile gündüz arasında değişen kimyasal bileşimidir. Sabah toplandığında C vitamini oranı yüksek, akşama doğru oksalat seviyesi artar. Bu da demektir ki, semizotu doğanın ritmine göre kimya değiştiren bir canlı laboratuvardır. Doğru saatte toplanırsa ilaç, yanlış saatte toplanırsa yük olabilir.

Kadim bilgelikler semizotunu sadece yiyecek değil, aynı zamanda yara iyileştirici olarak da kullanmıştır. Taze yaprakları ezilerek çıbanlara, sinek ısırıklarına, hatta yanıklara sürülürmüş. İçeriğindeki polifenoller cilt dokusunu yeniler, kaşıntıyı azaltır, iltihabı dindirir. Modern merhemlerin kutularda sakladığı formüller, semizotunun yaprağında doğal olarak bulunur.

Bu küçük, etli, yeşil yapraklar aslında toprakla insan arasında kurulmuş bir dostluk köprüsüdür. Sessizce büyür, şikayet etmez, narinliğine rağmen dirençlidir. Nezleye, kansere, kolesterole, strese karşı konuşmaz, ama savaşır.

Semizotunu tanımak, sadece bir sebzeyi değil, bir öğretiyi anlamaktır: Gösteriş değil öz önemlidir. Bu nedenle semizotuna sadece salatalık eşlik eden sıradan bir yeşillik muamelesi yapmak, onun bilgeliğine haksızlık olur.