Çocuk çocuk olmalı, Ebeveyn ebeveyn olmalı

Abone Ol

Herkesin hep birlikte seslendirdiği bir koro gibi aynı sesi çıkarmaya başladık.

Yaklaşık 5 yıldır bu ritim bozulmadı.

‘’Biz bu Z kuşağı ile anlaşamıyoruz’’

Herkesin ağzından çıkan cümle bu.

Devlet kurumları ve özel şirket çalışanlarındaki üst düzey ve orta kademe yöneticilerin hemen hemen tümünde aynı şikâyet ve söylenti duymaktayım ve bu koro gittikçe büyüyor ve ses daha gür çıkmaya başladı.

Bu çocuklar ve gençler bizim yetiştirdiğimiz çocuklar, ithal etmedik, birileri yapmadı, biz hazır bulmadık, aynen bir tohum gibi, bunları ektik, yetiştirdik, suladık, büyüttük şimdi meyvelerinin kalitesini ve tadını beğenmiyoruz, yeniden eksek mi diye düşünüyoruz.

Peki sorun nerede ve neler oluyor?

Uzun yıllardır aldığım bu şikâyetin nedenini araştırdığımda bazı sonuçlara varmaya başladım.

Özellikle Türk toplumu olarak en fazla şunu yapınca roller değişti ve anlamakta zorluk çekiyoruz. Oysa bunu biz yaptık. Benzetmek gibi olmasın ama çoğu zamanda şunu yapıyoruz ve farkına varamıyoruz. ‘’Fasulye tohumu ekiyoruz, karpuz çıkmasını bekliyoruz’’

Özellikle 1980’lerden sonra yaşanan değişimlerin oldukça etkisi olduğunu düşünüyorum.

Bunu biz yaptık, yanlış besledik ve yanlış öğrettik.

İşte en büyük sorun

‘’Çocuklarımızın rollerini değiştirip, ebeveyn rolüne soktuk’’

Bu yazıyı okuyan herkese şu klibi izlemenizi öneriyorum. (https://www.youtube.com/watch?v=e7bxXjQL3cY)

Bu klipte işlenen konuda, bir çocuğu arabanın sürücü koltuğunda, babasını gezdirirken buluruz. Bununla da kalmaz; babası zorlandığında sakinleştirir, düştüğünde kaldırır, geceleyin ise bir çocuk gibi uyutur.

 Klipteki sahneler abartılı gelse de, bazılarımız, çocukluğunda alması gerekenden çok daha büyük sorumluluklar alırız. Tıpkı babaları erken yaşta hayattan kopmuş çocuklar gibi.

İşte asıl sorun burada başlıyor.

Çocuklarımızı kendi yerimize geçsin diye her konuda şartlandırarak onların konumları ve yerlerini değiştirdik.

5 yaşındaki yavrumuza bizim için büyük bir yatırım sayılabilecek arabamızı alırken rengini sorduk, ev alırken semtini sorduk, kendimize bir şey alırken fikrine başvurduk.

Bunu yaptığımızda ise o çocuk şunları yapmaya başlar ve bugün söz dinlemez ve anlaşma zeminine oturmaz hale gelir.

Ebeveynleştirilmiş çocuk, ailede huzuru sağlamak için birçok görev üstlenebilir. Örneğin çevresindekilerin ihtiyaçlarını karşılar, bir ebeveyni diğerinden korur, dert dinler ve arabuluculuk yapar. Maddi ve manevi sorumluluk alır.

O küçük yaşında, ailenin tutkalı olarak yaşamaya başlar. Empati duygusundan mı? Hayır.

Bunu yapmak zorundadır, çünkü başka seçeneği yoktur.

Bu ağır sorumlulukları, suçluluk duygusuyla birlikte yetişkinliğine taşır.

Her zaman sorumluluk beklenen bu çocuklar;

 Ebeveynleri arasındaki tartışmalara ya da sorunlara dahil edilirler. Oyun oynamayı veya içten bir şekilde “kendilerini bırakmayı” öğrenemezler. Sürekli “ne kadar olgun” veya “ne kadar sorumluluk sahibi” oldukları için övgü alırlar.

 “Çocuk olmanın” ne demek olduğunu hatırlamakta zorlanırlar.  Kendilerinden ödün verseler bile başkalarına bakmanın onlara iyi geldiğini hissederler.  Çoğu zaman, çevrelerinde barışı sağlamak zorunda olduklarını düşünürler.

Ebeveynleştirilmiş çocuklar, yetişkinliğe eriştiklerinde “sürekli destek verme” odaklı ilişki kurmaya devam ederler. Böylelikle geçmişten gelen o “destek verdikçe değerlisin” hissinden uzaklaşmamış olurlar.

İstismara uğradıklarında durumu kolay kolay anlayamazlar. Kullanılmaları o kadar tanıdıktır ki, beyinleri uyarı vermeye bile gerek duymaz. Zaten ilişkiler onlar birilerini “onarsın” diye vardır.

Zararı anladıklarında ise sınır çizmeleri kolay olmaz. Çünkü ebeveynleştirilmiş bir çocuğun iç sesi aynı cümleyle yankılanır:

“Senden başka yardım edecek kimse yok.”

Dikkat edin bu tür bir davranışa sokulmuş çocuklarımızın hepsinde aynı duygu yansımakta ve çoğunluk olarak belirgin bir sayıda artış gözlenmektedir.

12 yaşından itibaren babalarını ve annelerini sevk etmeye ve yönetmeye başlayan bu çocuklar, bireysellik kazanmalarından itibaren söz dinlememeye ve her şeyin kendileri tarafından doğru yapıldığına inanarak iletişimi keserek ‘’Ben senden daha iyi bilirim’’ duygusuna sahip olmaya başlarlar.

İşte son dönemde ‘’Z’’ kuşağı ile anlaşamıyoruz tabirinin esası bu galiba

Farkına varalım ve çocuklarımızı çocuk olarak, kendimizi de ebeveyn olarak görevlerimize döndürelim.

Bırakalım çocuklar çocukluklarını yaşasınlar. Onlara birşeyler öğretmek adına yaptığımız bu öğretinin belki yararları olacağını zannediyoruz ama, tüm psikiyatri biliminin birleştiği ana noktanın hayat rollerinde kimse başkasının rolünü çalmasın fikri olduğunu unutmayalım.

Farketmeden rolünüzü devrettiğinizde, sürekli başkalarının ihtiyaçlarına odaklanan kişi, kendi ihtiyaçlarının farkına varamayabilir. Daha kötüsü, başkalarının ihtiyaçlarını karşılamanın kendi asıl ihtiyacı olduğuna inanabilir.

Duygularını fark edemez. Arzularını fark edemez. İhtiyaçlarını fark edemez. Yani, sahte bir benlik geliştirebilir.

Erken yaşta büyük sorumluluklar yüklenen çocuklar, bu durumun kaynağını anlamadıklarında öfkelerini hedeflendirmekte zorlanabilirler.

Asıl acı çekenler, bu sorumlulukların neden yüklendiğini anlamayanlar olur. Çünkü hayattaki en büyük acılardan biri, kişinin, taşımak zorunda kaldığı yükte anlam bulamamasıdır. Böylelikle kişi neden arada sırada öfke krizlerine girdiğini, hüsrana uğradığını fark etmeye başlar.

Placebo’nun klibindeki çocuk, en nihayetinde sınırlarını anlar ve babasını doktorlara bırakır. Son sahnede onu, sürücü koltuğunda değil, arka koltukta mahzun bir şekilde otururken görürüz.

Bu yazımdaki amacım, ebeveynlerimizi suçlamak değildir.

“Bizim için sağlık, sevdiğimiz insanların kendi sorumluluklarını yüklenmesine izin vermektir.”

Böylece, duygusal kayıt sistemimizi ve yardım becerimizi tükenmeden, öfkelenmeden ve suçluluk duymadan kullanabiliriz düşüncesindeyim.

Kalın sağlıcakla,

Sinan Bayraktar